1918’DEN GÜNÜMÜZE BOSNA VE BOSNA’NIN BAĞIMSIZLIĞI

     Bosna; 1878 yılında Osmanlı Türk devleti himayesinden çıktığı andan itibaren (Berlin Kongresi) ile Osmanlı topraklarının Balkan devletleri arasında bölüşülmesi) bölgedeki Müslümanlar’ın kaderi diğer devletlerin kanlı faaliyetleri/politikaları arasında tayin edilmiştir. 1804-1813 yılları arasındaki Sırp İsyanı’nda yaşanan ve Boşnaklar’a uygulanan katliamlar henüz başlıyordu lakin bizim konumuz; 1878’den sonraki dönemdir.

     Osmanlı türk devleti bölgeden yavaş yavaş çekilmek zorunda kalırken toplumun ne şekilde muamele gördüğü; Boşnaksızlaştırma, Türksüzleştirme (Müslümansızlaştırma) hareketlerini burada kısaca aktarmaya çalışacağız.

    Osmanlı’nın Bosna’daki hakları 1908 yılındaki kesin ilhaka kadar devam etmiştir. Avusturya-Macaristan devleti idaresi altındaki Bosna’da ikili siyaset sebebi ile bölgenin durumu belirsiz bir vaziyette idi. 1882’de sosyal alan hizmetini düzenleyen bir yetkili tayin edildi. Bosna bu sırada altı kısma (okrug) ayrılmıştır. Kısımlar; Tuzla, Banya Luka, Mostar, Sarajevo, Bihaç ve Travnik idi. Okruglar da küçük idari bölümlere ayrılmıştır (Srez ve daha küçük yapılar: (İspostava). 1910’a gelindiğinde sabor (Meclis) kurulmuş, I. Cihan Harbi sırasında burası kapatılmıştır. 1909 Anayasası ise 1930 yılına kadar uygulanmıştır.

    Balkan Savaşları’na gelindiğinde Berlin’de bölüştürülen Osmanlı toprakları mevzusu tartışma yaratmış, Sırbistan ile Yunanistan, Bulgaristan’a bırakılan Makedonya topraklarını kendilerine taksim edilmesini istiyorlardı. Dönemin Osmanlı padişahı II. Abdülhamit, önüne geçmeye çalıştığı Balkan ittifakı 1912’de tamamlandı (Karadağ’ın Sırbistan ile ittifakı). Böylece Karadağ’ın Ekim’de Osmanlı’ya savaş ilanı ile başlayan Balkan Savaşı, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin idareye el koyması akabinde çoğu Balkan toprağının kaybedilmesi ile sonuçlanmıştır. II. Balkan Savaşı da Bulgaristan’ın toprak paylaşımından fazlaca faydalanması hasebiyle Romanya’nın durumdan rahatsız olması ile Sırbistan Karadağ Yunanistan arasında 1913 Haziranında savaş başladı. 14 Mart 1914 tarihinde Rumeli Sancağı, Osmanlı’nın elinden çıkmış, Sırbistan ile karadan bağlantısı kalmamıştır. Balkan Savaşları sonucunda yüzlerce yılbarış, huzur ve güvenlik İle yönetilen topraklarda Türk hakimiyeti çekilmek zorunda kalınca geriye katliamlar soykırımlar ve insan vahşetleri ile dolu bir tarih kalmıştır. Tabi hem Balkan Savaşları hem de I. Dünya Savaşı cereyan ederken Müslüman nüfusu ağırlıkta olan köylerde her türlü insanlık suçu işlenmiştir. Örnek olarak Avro Çemoviç, Karadağ’da Müslümanlar’ın katledilmesi için özel mahkemeler kurmuştur. 800 civarı Boşnak dinleri gereği ayrımcılık ile bu mahkemelerde idam edilmiştir. İdam edilenlerin isimleri kıymetli hocam Prof.Dr. Mustafa Kahramanyol’un Boşnaklar, Türkler ve Bosna’nın Savunulması adlı eserinde geçmektedir.

   Adı geçen eserde durumun vehameti özetle şu şekilde geçmektedir “Şerif Hacı Bayram Karadağ Ordusunu Sancak’a girişinden itibaren 1919 yılının ortasına kadar 150 Müslüman köyü tamamen tahrip edilmiş ve 1200 Müslüman da öldürülmüştür…” I.Dünya Savaşı Sarajevo’da Ferdinand (Avusturya-Macaristan veliahdı)’ın katledilmesini bahane ederek bir dizi savaş ilanı başlamıştır. Bahanesidir derken Avrupa ve Rumeli zaten vaziyeti itibari karışık idi. Yani savaş için ortam hazır ve ufak bir kıvılcım bekleniyordu. O kıvılcım da hiç şaşırılmayacak şekilde bir Sırp çete üyesinin silahında parladı. Bu savaşın detayına burada değinmek, asıl anlatmak istediğimizin dışında kalacağından burada mevzuyu noktalamak durumundayız.

    1918 yılına gelindiğinde mühim Versay toplantısı gerçekleşmiştir. Bu toplanmanın amacı Rusya ve Almanya’ya karşı “kalkan” bir devlet kurma olmuştur. Yugoslavya’nın temel devletleri; Slovenya, Hırvatistan ve Sırbistan (görüldüğü üzere Balkanlar yalnızca bu anılan topraklardan oluşmadığı halde Boşnak, Arnavut, Makedonlar yok sayılmışlardır) oluşmakta idi. 1918-1995’e kadar süren kanlı baskılar, insan haklarının tümü ile çiğnenildiği faaliyetler; bölgenin (Karadağ’ın, Makedonya, Kosova ve Bosna’nın) Müslümansızlaştırması amacı ile yapılmıştır. Oysa Fatih Sultan Mehmet Han’ın Bosna’da milletlere sunduğu Ahitname yıllar geçse de ilkelliğini ve vahşiliğini kaybetmemiş bazı yöneticilere örnek teşkil etmesi açısından elzemdir.

    Şimdi bu insandışılaştırma (dehumanization) hastalığına sahip birkaç kişiden yukarıda adını mevzu bahis ettiğimiz eserden aktaralım. Stoyan Protiç (Sırp Hırvat Sloven Krallığının ilk Başbakanı) 1918’de şu sözleri önemlidir. “Bizim kuvvetlerimiz Drina’yı geçtikten sonra, atalarının dinine dönmek için Türkler’e 48 saat süre vereceğiz. Atalarının dinine dönmeyenleri de keseceğiz”. Bu zihniyet hala günümüzde de devam etmekte olduğu güncel haberlerde görüldüğü üzere kesindir. Çok fazla zulüm ile karşılaşan Boşnaklar bir kurtuluş aramaya başlamıştır ve takdir milletindir ki fazla işkence, baskı, haksız ölüm cezası alan ayrıca açlık yaşayan insanların buna karşı çıkması normal bir durumdur. Bunun tarihte yüzlerce örneği bulunmaktadır. Kurtuluş yolu olarak 1920’li tarihlerde Gayret isimli dernek ön plana çıkmaktadır. Böyle olağan üstü durumlarda ezilen taraf birleşir ve bu vaziyetin son bulması ayrıca varlıklarına saygı duyulması, kendi insan haklarının çiğnenmemesi için çabalar; savaşır ya da savunmada kalırlar. Gayret derneği 1941’e kadar faaliyetlerine devam etmiştir (Nazi Almanya’sına kadar). Bu esnada hükümet toprak reformu uygulayarak Müslümanlar’ın mülklerine el koymayı amaçlamıştır. Bosna’da el konulan arazı sayısı adı geçen esere göre 249.518. Bu araziler Sırplar’a ücret alınmadan verilmiştir. 1924 yılında yapılan Şahoviçi Katliamı yapılan kanlı faaliyetlerin bir örneğidir (Katliam’ın başındaki isim Milovan Cilas’ın babası Nikolay idi).Bu olaydan sonra 21 Kasım’da Hamdi Beğ Hasanbegoviç ve Amir Musiç can ve mal güvenliğinin sağlanması için bir dilekçe hazırlayıp Kral I. Alexander’a göndermiş olsalarda hem sonuç alamamış hem de katledilmişlerdir. Kolaşin’den Türkiye’ye yaşanan vahşet sebebi ile canlarını kurtarmak için kaçabilenler de olmuştur (örnek olarak, İffet Gültekin). 1929 yılında sadece Sırbistan’ın güneyinden göç edenlerin sayısı 200.000’i aşmaktadır. 1931 Anayasası yayınlandıktan sonra Kral öldürülmüş, istikrarsızlık başlamıştır. 1939’da Cıvetkoviç hükümeti kurulup Başbakanı Maçek olduklarında aralarında geçen konuşmanın küçük bir kısmı şu şekildedir: Maçek, “Müslümanlar’ı ne yapacağız?” Cıvetkoviç, “Onlar yokmuş gibi hesap yapacağız bre!”. Görüldüğü üzere ciddi bir şekilde ırkçılık, ayrımcılık bu yıllarda zirvede idi. Tabi her ne kadar durumun Müslümanlar açısından vehameti büyük olsa da onlar teşkilatlanmaya devam ettiler. Genç Müslümanlar bunun en güzel örneğidir ve fakat önde gelen isimleri ya hapse atıldılar ya katledildiler ya da hapishane de ciddi boyutta işkence gördüler. Sırf 1949’da 806 Boşnak hapsedilmişti. Onlar ne olursa olsun davalarından vazgeçmemiştir. 1983 yılına gelindiğinde Bilge Kral Alija İzzetbegoviç’in yayınladığı İslam Bildirisi üzerine 5000 kişi hapse atılıp işkence görmüştür (Esere göre bu kişilerden bazıları: Alija İzzetbegoviç, Ömer Behmen, Hasan Çengiç, İsmet Kasumagiç…).

    II.Dünya Savaşı’nda bu metinde yer verilemeyecek kadar uzun sürecek olaylar yaşanmıştır. Çentikler (Mihayloviç ve ordusu) Müslümanlar’ı Hırvatlar’ı ve Komünistleri yok etmek için kanlı faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Yine bahsini geçirdiğimiz şekilde bu dehşet ortamında vazgeçmeyen, varlıklarını korumaya çalışan Müslümanlar, 1941 Bildirisi’ni yayınlamışlardır (Ustaşa zulmünü kınayan bir metin, El Hidaye Cemiyeti’nin üyeleri tarafından bildirilmiştir). Bu savaş dönemini iyi ve etraflıca anlayabilmek için tarihçilerin eserlerine dönemin siyasi iktidarlarının hayatlarına bakmak gerekir. Eserde (Sn. Mustafa Kahramanyol’un yazmış olduğu adı geçen kitap) II. Dünya Savaşı’nda Boşnaklar’ın yaşadığı kıyam büyüktür. Yugoslavya dönemini kavrayabilmek adına Josip Broz Tito’nun hayatını okumak önemlidir. 1919-1941 yılları arasında Boşnaklar zorunlu göçe tabi tutulmuşlardır. Hitler Almanya’sı harekete geçip Belgrad’ı bombaladıktan sonra Yugoslavya Kralı kaçmış ve yönetimde artık Alman yanlıları faal olmuştur. O sıra Sırplar’a saldırılar yapılmış fakat Sırp faşistler bu sefer tüm gücünü Müslümanlar üzerine kullanmıştır. Sırf faşistlere karşı iki grup meydana geldi: ilki, Draza Mihailoviç önderliğindeki Sırplar ve diğeri Tito Partizanları. Yugoslavya Komunist Parti (Tito önderliğinde) hareketi Almanlar’ı 1944 yılında yenilgiye uğratmadan hemen önce 1943’te Federal Yugoslavya Halk Cumhuriyeti (1943-1963) kurulmuştur. 1946’da I. Anayasa ve 1963’te de II. Anayasa kabul edilerek Yugoslavya Sosyalist Federatif Halk Cumhuriyeti kurulmuştur ve 1990’lara kadar bu devlet varlığını sürdürmüştür. 1980’de Tito’nun ölümü ile Yugoslavya Komünist Partisi’nde iç çatışmalar cereyan etmiş, Yugoslavya’da istikrarsızlığa sürüklenmiştir.

    1987’de Boşnaklar için facia olacak kişi Slobodan Miloseviç, Sırbistan Cumhuriyeti’nin başına geçti ve Kosova ile Voyvodina bölgelerini özerklikten çıkardı. YKP ise 1990 yılında dağılma sürecine girdi. Vaziyet bu hali alınca Slovenya ve Hırvatistan 25 Haziran 1991 tarihinde bağımsızlıklarını ilan ettiler. Bu ülkeler Batılılarca tanındı ve BM üyeliğine katıldılar. Akabinde Bosna Hersek, Alija İzzetbegoviç liderliğinde 1 Mart 1992 tarihinde bağımsızlığını ilan etti. Bunu ilk tanıyan Bulgaristan olmuştur. Sonrasında “Türkiye’nin Bosna-Hersek’i tanımasının ardından, Bosna-Hersek’te “Bayram” yaşanmış, bu kararın 29 Şubat 1992’degerçekleştirilecek olan referandum kadar önemli olduğu dile getirilmiştir.[69] Kendisini “çeyrek Türk” olarak tanımlayan ve anneannesinin Üsküdarlı bir Türk olduğunu, ancak Türkçe bilmediğini her fırsatta dile getiren, Bosna-Hersek Devlet Başkanı Aliya İzzetbegoviç’in Türkiye’ye ve Türk milletine yapmış olduğu teşekkür Türk basınında yer almaya başlamıştır. Her zaman Türkeri ve Türkiye Cumhuriyeti’ni çok sevdiğini dile getiren Aliya İzzetbegoviç, 9 Şubat 1992’de Saraybosna’da Milliyet gazetesinden Nazım Alpman’ın sorularını yanıtlamıştır. İzzetbegoviç, Bosna-Hersek’i tanımasından dolayı Türkiye’ye karşı şükran duyduğunu söylemiş, Türkiye’yi “erkek kardeş” olarak gördüğünü ifade etmiştir. Türkiye’nin kendilerinitanımalarına çok önem verdiklerini hatırlatarak, “Çok büyük Türk halkına, çok büyük Türk milletine, çok ama çok teşekkür ediyorum. Allah razı olsun. Her vatandaşım gibi ben de çok sevinçliyim. Bu sevincimizi Türkiye’ye borçluyuz.”[70] demiştir. Türkiye’nin kendilerini tanımalarını beklediklerini ve sürpriz olmadığını, Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin’in Davos toplantısında Bosna-Hersek’i tanıyacaklarını söylediğini, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in de aynı şekilde söz verdiğini, sözlerini de tuttuklarını ifade etmiştir(Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi: https://atamdergi.gov.tr/tam-metin/7/tur). Sıralar ve Hırvatlar katiyen Bosna bağımsızlığını sindiremedi. 5 Nisan 1992 tarihinde Sarajevo’daki protestoda öldürülen Suada Dilberoviç olayı ile 1995’e kadar devam edecek olan Büyük Boşnak Soykırımı başladı. Sırp-Hırvat ittifakını kuran Karadordeva Antlaşması bağlamında Boşnaklar’a ülke verilmemesi konusunda uzlaşıldı. Soykırım faaliyetleri başlamadan önce Alija İzzetbegoviç, kendilerini temsil edecek olan SDA (Demokrat Faaliyet Partisi)’yı kurdu. Eserde belirtildiği üzere Parti’nin Kuruluş Bildirisi şu şekilde: Demokrat Faaliyet Partisi Müslüman tarih-kültür dairesine mensup Yugoslavya vatandaşları ve aynı zamanda partinin programını ve hedeflerini kabul eden diğer Yugoslavya vatandaşlarının siyasi bir ittifakıdır…Bildiri’de şu önemli kısım dikkat çekicidir: Hem Bosna Hersek’de hem de onun sınırları dışında yaşayan Bosna Hersekli Müslümanlar, kendi tarihi ismi, kendi toprakları, kendi tarihi, kendi kültürü, kendi dini, kendi şairleri, kendi yazarları kısacası kendi geçmişi ve geleceğine sahip olan ve böylece Yugoslavya’nın altı tarihi milletlerinden birini teşkil eden Bosnalı kadim bir milleti temsil eder… Bu Bildiri aslında anlatmak istediğimizin temelini oluşturur.

    1992’de Büyük Boşnak Soykırımı konusu ehemmiyeti hasebiyle ile burada anlatmak metnin türü gereği mümkün olmayacağından yani yazıldığı takdirde uzun sayfalar alacağından yer verilmeyecektir. Fakat Soykırımın önemli noktalarına değinmek gerekir: Hem vahşet yaşatıp hem de bölgede Boşnak yok diyerek toprakta hak iddia etmek bunu meşrulaştırmaması gerekirdi (Dayton ile). İşin iç yüzü karışık ve teferruatlıdır. Sırbistan, bağımsız küçük Bosna’yı kabul etmeyip Ovın-Stalinburg Barışı’na red vermiştir. Soykırım sonunda ABD öncülüğünde Dayton Antlaşması üç yönetici (Alija İzzetbegoviç, Slobodan Miloseviç, Franjo Tudcman) 1995’te tarafından imzalandı. Boşnaklar’a kendilerini savunma izni dahi verilmemiş silah ambargosu uygulanmış ve silah verilse bile çok pahalıya satılmıştır. Zaten dönemin vahşi isimleri onları açlığa itmiş ve evsiz bırakmıştır. BM Barış Gücü Hollandalı askerler, kendilerine sığınan 400 Boşnak’ı Sırplar’a teslim etmiştir. Bosna’nın çevresi dağlar ile çevrilidir. Dağlara konuşlandırılan yabancı üsler Boşnak milletinin üstüne mermi yağdırmıştır.

    Dayton imzalandıktan sonra yürütülmesi için OHR (Yüksek Temsilcilik Ofisi) kurulması ile Bosna, 10 Kanton ile idame ettirilmeye başlandı. İçerisinde Republica Srpska (SırbistanCuöhıriyeti) ile Bosna Hırvatistan Federe devleti adlı iki entite bulunmaktadır. Böylece Dayton ile Bosna siyasi karmaşanın, adaletsizliklerin yaşandığı bölge haline gelmiştir. Bosna’nın siyasi yapısına gelecek olursak; her kanton birer devletçik mahiyetinde idi. Bu da çok fazla idari yönetici anlamına geliyordu. Devlet Başkanı üç kurucu millet(Boşnak, Hırvat, Sırp)ten meydana gelen Devlet başkanlığı konseyi oluşuyordu. Bu kişiler güncel olarak; Zeljko Komşiç (Konsey Başkanı ve Hırvat Üye), Zeljka Cvijanovic (Sırp Üye), Denis Becirovic (Boşnak Üye). Başbakan yani Bakanlar konseyi başkanı şu an, Borjana Kristo. Dışişleri Bakanı, Dino Konakovic (Boşnak asıllı). Yüksek Temsilci, Chiristian Schmidt. İktisadi problemler ise günümüzde hala devam etmekte Boşnak bağımsız ekonomisi maalesef mevzu bahis olamamaktadır.

    Yüce Türkiye Cumhuriyeti devletinin tarihinde Rumeli Sancağı’nın mahiyeti fazla olduğundan vazgeçmemek gerekir. Bosna bir parçalanmanın eşiğinde. Dayton Planı işliyor. Geciktirilmiş savaş, “Barış Antlaşması” adı altında meşrulaştırılınca Bosna yalnızca kabul etmek zorunda kalmış ve şimdi Dodik (RS Başkanı) bu parçalanma için yaninRS bölgesinin Sırbistan’a dahil etme hülyalarını alenen beyan etmektedir. Devletimiz, Bosna’nın toprak bütünlüğü mevzusunda destekler politika izlemesi elzemdir. Dayton revize çalışmaları kati surette başlatılmalıdır. Diğer dikkat çekici konu: Birleşmiş Milletler (UN) resmi internet sayfasında Bosna ülkesi bölümünde 1991 Bosna Cumhuriyeti şeklinde ibraz edilir. Bu yanlıştır. Bosna günümüzde Dayton Antlaşması sebebi ile bir cumhuriyet değildir. Bir Doğu Avrupa ülkesi olarak realiteden uzak bir yönetim ile idame ettirilmektedir. Dodik’in bölücü faaliyetleri ve gizli yürüttüğü işlere ket vurulabilmesi için kendisinin izlenmesi gerekmektedir. Uluslararası Hukuk bağlamında Bosna’nın kaderini kendi halkı tayin etmemektedir yani bu durum Self Determination‘a uluslararası hukuka ve ayrıca temel insan haklarına aykırıdır. Bu sebeple Bosna’nın tam bağımsızlığı için revize bir Dayton şarttır. Dayatılan parçalanmış Bosna değil bir bütün olarak yeni bir Bosna; Boşnak milletinin tam temsili için zaruridir.

Merve YENİAY

 / RUBASAM Gençlik Kurulu Üyesi  

Trakya Üniversitesi Balkan Araştırmaları Enstitüsü Yüksek Lisans Öğrencisi

Sosyal Medyada Paylaş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

BENZER İÇERİKLER