2020’de Balkan Siyaseti ve Yeni Arayışlar

Arnavutluk, Bosna-Hersek, Karadağ, Kosova, Makedonya ve Sırbistan… Avrupa’nın kıyısında; AB’nin kapısında kalmış ülkeler; aslında bir ada gibi AB ülkeleriyle çevrililer ama AB’nin dışında kaldılar. Kimi çok yaklaştı, kiminin yolu daha uzun ama hep “eli kulağında” imajı canlı tutuluyor. Zira bölgedeki istikrarı sürdürülebilir kılan en önemli faktör AB üyeliği ihtimali. Burada önemli olan kısa sayılabilecek zaman önce birbirine karşı yorucu bir savaş yaşamış bu ülkelerin ortak bir hedefinin olmasıdır. Savaş tarafların uzlaşısıyla ya da herhangi birinin tam zaferiyle bitmedi; savaş durduruldu. Bu nedenle her ne kadar bu yolda aslında rekabetçi bir yöntemle ilerliyor olsalar[1] da ortak hedef barış ve istikrar vaat ediyor. Hedefin hukukun üstünlüğü, demokrasi ve uzlaşı temeline oturmuş AB ile birliktelik olması da bir avantaj sayılabilir. Balkanlardaki sorunları çözmede yetersiz kalsa da ve adil davranamıyorsa da “ortak hedef” olma konusunda AB, alternatifsiz bir seçenek. Bunda Balkan ülkelerinin “AB refahının parçası olma” beklentisi belirleyici rol oynuyor. AB de dönüştürücü gücünü demokrasi ve hukukun üstünlüğü ilkelerini yerleştirmede kullanıyor.

AB üyeliği söz konusuysa tek bir ülkenin vetosu, üyelikle ilgili herhangi bir adımı en az altı ay erteleyebiliyor. Tabi bu sadece erteleme vetosuysa…  Çünkü ertelemeler uzayınca AB perspektifinin varlığı sorgulanıyor.  Kaybedilen 15 yıl olunca güven problemi de ortaya çıkıyor.  18 Ekim 2019’daki AB Zirvesi’nde Arnavutluk ve Makedonya ile müzakerelerin başlaması yönündeki karar üçüncü kez ertelendiğinde de güven sorunu had safhaya ulaştı. AB ile ilişkilerde öngörülebilirliğin yitirilmesi AB üyeliği için yapılan reformların seçmene izahını da zorlaştırıyor.

Hayal kırıklıkları

Bu açmazı Makedonya Başbakanı Zoran Zaev herhalde tüm diğer hayal kırıklığı yaşayan liderlerden daha fazla hissetmiştir. Zira bu toplantıda tarih alacağı beklentisiyle ülkenin ismi ve anayasası istenilen şekilde değiştirilmişti. Konu sadece Yunanistan’la imzalanan Prespa Anlaşması’ndan da ibaret değil. Bulgaristan’la ve Arnavutluk’la bir dizi anlaşma imzalanmıştı. Komşularla iyi ilişkiler çerçevesinde yapılan değişiklikler ülkenin geleceği kadar geçmişiyle de ilgili. Tarih, kültür, aidiyet yani aslında kimlikle ilgili her husus değişime uğradı.  Tüm bu değişim, geçmişin silinmesi, o güne dek ülkenin Makedon kökenli vatandaşlarının sarıldığı gerçeklerin birden yok edilmesi, AB üyeliğini getireceği garantisi ile izah edilmişti. Galiba gerçekleştirdiği reformlarla AB üyeliğini garantileyebileceğine en çok inanan da Zaev’di. Aslında Avrupa Komisyonu, Kuzey Makedonya ve Arnavutluk’un gereken tüm reformları hayata geçirdiğini belirterek üyelik müzakerelerinin bu toplantıda başlamasını 2018’de onaylamıştı. Dolayısıyla bu kez gereken koşulları sağlayamadıkları yönünde bir açıklama da bulunmuyor. Aksine Avrupa Konseyi Başkanı Tusk, zirveden bir hafta önce Makedonya Cumhurbaşkanı Pendarovski’ye “Son iki yıldır ülkeniz AB’nin üye adaylarından beklediği tüm doğru siyasal sinyalleri gösterdi. Siz, üzerinize düşen her şeyi yaptınız.” demişti. Ama ertelemenin işaretini de “Ancak dürüst olmalıyım ki üye ülkelerin tamamı müzakereleri önümüzdeki günlerde başlatma kararı almaya henüz hazır değil.” sözleriyle vermişti.

Makedonya için sürpriz veto Fransa’dan geldi. Zoran Zaev, erken seçim çağrısında bulundu. Bu bir yenilgiyi kabul etme hamlesi değildi. Zaev daha ziyade yaşanan hayal kırıklığının halktaki etkisini ölçmek ve AB yolundaki politikaların devamlılığına, yeni reformlara icazet almak istiyor. 12 Nisan’da yapılacak seçimlere muhalefet eli güçlü girecek çünkü Zaev en hafif tabirle “yanıldı”. AB’de genişlemeye ilişkin tereddütleri görmedi, göremedi.

Zaev, gerekirse Prespa Anlaşması’nın uygulanmasını durdurabileceklerini söyledi ama bu anlaşmayı yok sayma anlamına gelmez. Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias, zaten derhal  “Komşuların yükümlülüklerini tam yerine getirmelerini yakından izlemeye devam edeceğiz.” açıklaması yaptı. Yani Zaev kandırıldı ya da yanıldı ama kesinlikle ipleri Yunanistan’a kaptırdı. Çünkü anlaşma Yunanistan’ı değişim sürecini denetleme hakkı veriyor.[2] Yapılan anlaşmalar ve değişimler AB üyeliğini garantilemediği gibi komşularla ilişkilerde de Makedonya’nın elini zayıflattı. Yunanistan’ın yeni iktidarı zaten Prespa Anlaşması’na karşıydı, Yunan ulusal çıkarlarına aykırı buluyordu, “Makedonya” ifadesinin ülkenin isminde kalmasını büyük taviz olarak görüyordu ve Makedonya’yı anlaşmaya rağmen de veto edebileceklerini ifade ediyordu. (Fransa bir anlamda Yunanistan’ın eleştirilmesini de önlemiş oldu.) Bulgaristan’la dil konusundaki son tartışma da Bulgaristan’la yine AB üyeliği için 2017’de yapılan “Dostluk Anlaşması”nın pürüzlerinden biri. Bulgaristan Bilim ve Sanat Akademisi’nin Makedoncanın aslında Bulgarcanın bir şivesi olduğu ve “başlı başına bir dil olarak sınıflandırılmasının bilimsel temelinin bulunmadığı” yönündeki açıklaması, Makedonya’da tepki doğurdu. Ama artık neye yarar? Makedon kimliğini oluşturan tüm enstrümanlar, komşularla sorunsuz ilişkiler sağlayarak AB üyeliği hedefine ulaşma adına dağıtılmış durumda. Şimdi Makedon kimliği tartışmalı ama AB üyeliği de yeni ertelemelerle uzaklaşmış durumda. Muhalefet tüm bunları kullanacaktır. Ülkenin Arnavutlarından oy çekemeyebilir ama Makedonlarda karşılık bulabilir. Yine de erken seçim tarihi yaklaşırken Almanya, İtalya gibi Makedonya’yı AB perspektifinde tutmak isteyen üye devlet liderlerinin Zaev’e destek olabilecek mesajları olacaktır.

AB’nin Balkanlarda Rusya ve Çin ile olan rekabeti

Macron’un vetosu Balkanlardaki güç mücadeleleri açısından eleştirildi. Zira AB’den doğan boşluğu Rusya, Çin ve Türkiye’nin doldurması, “risk” kategorisinde görülüyor. Körfez ülkelerinin de yatırımları var ama risk teşkil etmiyorlar. ABD de bölgeye yeniden dönüyor olabilir zira Trump bölgeye iki temsilci atadı. [3]  Temsilciler, bölgenin Avrupa perspektifine desteklerini anlattıkları Balkan turuna da başladı.[4] Makedon basınında yer alan “ABD, Makedonya’nın yerini AB’ye hatırlatıyor”[5]  başlığı ABD’nin bu hamlesinin nedeninin Balkanların Batı’dan kopmasını önleme olduğunu düşündürüyor. ABD’nin bölgedeki etkisi de siyasi alanda kendini gösterecektir. AB’nin Batı Balkanlara doğru genişlemesi, zaten Rusya ve Çin’in bölgede artan nüfuzuna karşı konulabilmesi için öngörülüyordu. Genişlemenin gecikmesi ise tam tersi etki yaratabilir.

Rusya’nın bölgedeki etkinliği çok açık, ekonominin yanında siyasi ve askeri boyutları da var. Üstelik bölgedeki doğal müttefikleri de davetçi pozisyonunda. Bosna Hersek’in Sırp entitesi, Sırbistan, Karadağ ve Makedonya’da “Rusya’dan çok Rusyacı” kesimler var ama aynı zamanda Batı’ya asla güvenilemeyeceğine inandığı için Rusya’yı sığınak, dayanak, güvenilir ortak, “abi” olarak görenler de var. Batı’ya sıcak bakanlar açısından da Rusya denge faktörüdür. Sonuçta Rusya, bölgenin tarihinde var ve bölge siyasetinin ayrılmaz parçası. Sorun, Rusya’yı düşman olarak algılayanların da bulunması. Bu, Rusya’nın bölgenin tamamına etki etmesini, bölge sorunları için alternatif oluşturabilmesini önlüyor. Zira düşman algısını paylaşanlar zaten sorunların kaynağının Rusya olduğuna inanıyorlar. Rusya’nın siyasi ve askeri boyuttaki etkinliği ön planda, yatırımda ve ticari ağ yaratmada o kadar güçlü değil. Enerji kartı ise sadece Balkanlarda değil Avrupa’da da çok güçlü, hala da boru hatlarını çeşitlendiriyor. En son Türkiye üzerinden Rus gazını taşıyacak Türk Akımı’nın Sırbistan hattı da tamamlandı, açılış töreni 8 Ocak’ta yapılacak ve Nisan 2020’den itibaren de gaz sevkiyatının başlatılması bekleniyor. Ama AB’de Rusya’nın rakip olarak gözlerinde büyütülmesinin ve Çin’in göz ardı edilmesinin hata olduğu görüşü de var.

Çin’in etkinliği daha çok ekonomi alanında görünüyorsa da yaptığı alt yapı yatırımı yabana atılır gibi değil. AB’nin toplam yatırımından daha fazla, Rus yatırımından ise elbette çok daha fazla. Çin’in yeni İpek yolu “Bir Kuşak, Bir Yol” projesi, Balkanlara özel bir önem atfediyor. 2012’den bu yana 16 Orta ve Doğu Avrupa ülkesi ile “16+1” zirvelerinde yatırımlar için yoğun temas halinde. Yunanistan’da Çipras iktidara geldiğinde Pire (Pireaus) Limanı özelleştirmesini iptal etmiş ardından halkın muhalefetine rağmen Çin’e satışını gerçekleştirmişti. Çin yatırımıyla Pire Limanı, gelişti, kapasitesini arttırdı ve Valencia’dan sonra Akdeniz’in en büyük ikinci limanı haline geldi.[6] Artık Çin malları, Pire Limanı’na indiği anda AB topraklarına girmiş oluyor. Çin, bu limanın geri saha lojistik yapılanması ve hinterlant ulaşım imkânlarını geliştirmek için birbirine alternatif olacak yatırımlara da yöneldi. Orta Avrupa’ya erişim hattı olan Belgrad-Budapeşte hızlı demiryolu hattı 2014’den bu yana Çin’in gündeminde; İspanya’da da Zaragoza-Valencia gibi demiryolu altyapı iyileştirme projesi de alternatif rotalardan biri.

Çin başarılı bir küresel tedarik zincir yönetimi uyguluyor ve AB’nin Çin’den gelen özellikle bilgi teknolojisi alanındaki yatırımlara yasal sınırlama getirme dışında önlemi yok. Ancak bu arada Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri Çin’e uzun vadeli borçlanma gerçekleştirdi. Öte yandan Çin, İpek Yolu rotasında sadece ulaşıma yönelmiş değil. Çin firmalarından Shandong Linglong 1 milyar dolar yatırımla lastik fabrikası, Shijiazhuang Zhiyi Zinc Industry de 80 milyon dolar yatırımla çinko oksit üretimi planlıyla Sırbistan’a giriyorlar.

AB yolundaki aksaklıklar, Balkan ülkeleri için yeni Çin yatırımlarını cazip kılacak nitelikte. Üstelik Rusya’ya tamamen tepkili Balkan ülkeleri olmasına rağmen –ki Kosova bu anlamda tam bir ABD kalesi gibidir- yüz yıllık paylaşım savaşında rolü olmayan Çin, bölgede yeni sayılır ve sadece yatırım, istihdam, para girişi ile bağlantılı algılanır. Bu da Çin’in bölge ülkelerini kapsayacak projelerini kolaylaştırır. Bilinen projesi zaten Avrupa pazarına daha çok girebilmek için Balkanlardan geçmek; askeri, siyasi girişimleri olmadığı gibi karşıtlık, gerilim yaratma ya da güç mücadelesine girme niyeti de bulunmuyor. Dolayısıyla Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas’ın ifade ettiği gibi Çin’in Batı Balkanlar’da “ana oyuncu” olarak AB’nin yerini almak üzere olduğu endişesinin dayanakları mevcut. Yine de Çin’in iç işlere karışmama prensibi ve bölge siyasetine müdahil olmama eğilimi, AB ile ilişkisinin rekabet çizgisinden işbirliğine dönüşmesine fırsat tanıyor.  Sırbistan’a yatırım yapan Alman firmalarının tercihlerini yönlendiren etkenler arasında Sırbistan’ın Rusya ile olan özel ilişkileri de sayılmaktadır. Kaldı ki Almanya ülkedeki en büyük yabancı yatırımcı. Bu durumda AB-Rusya rekabetinin de enerji, ekonomi ve ticaret söz konusu olduğunda uzlaşmacı bir hal alabileceğini söyleyebiliriz. Nitekim Almanya veya Fransa’nın Rusya ile ilgili konularda Birliğin kurumsal yaklaşımından farklılaşan tutumları da olabiliyor.

Macron’a yöneltilen eleştiriler

Bu çerçevede Fransa, Arnavutluk[7] için kullandığı vetoda yalnız değildi, Hollanda ve Danimarka da karşı görüş bildirmişti. Macron’un Arnavutluk için vetosuna bir gerekçesi de vardı ve “Çok fazla sığınmacı gönderen” bir ülke ile üyelik müzakerelerine başlanmasını vatandaşlara açıklamayacağını söylüyordu. Zaten Brexit ve 2008’de başlayan ekonomik krizin yanında mülteci kriziyle yükselen sağ da genişleme dalgasını frenleyen unsurlardan. Ancak Makedonya konusunda Macron yalnız kaldı.  Bu noktada eleştiri okları Macron’a çevriliyor. Macron’un vetosunun kime yaradığı da sorgulanıyor.

Özellikle Rusya Devlet Başkanı Putin ile yakın ilişkileri ve Kremlin’de coşkuyla karşılanan NATO’nun beyin ölümünü ilan edişi, Rusya’nın -Kırım ilhakına tepki olarak üyeliğinin 2014’te askıya alındığı- Avrupa Konseyi’ne Macron’un çabaları sayesinde Haziran’da dönmesi, Rusya’nın G8’e dönmesi için verdiği destek sıralanıyor. (Macron’un Putin’le yakınlaşmasını Fransa iç siyasetiyle ilişkilendiren yorumlar da var. Macron’un karşısında gücünü yitirdiği, destekçileri arasında Kremlin’le bağlantılı Rus bankaları da olan aşırı sağcı lider Marine Le Pen’e bu yolla meydan okuduğu söyleniyor.)[8]  Böylece Macron’un bilhassa Makedonya’ya dönük olumsuz görüş bildirmesinin aslında Rusya’nın beklentisini karşılayan bir hareket olduğu belirtiliyor. Eleştirenler, eski defterleri de açıyor. Daha derin bir Avrupa entegrasyonu isteyen Macron’un bir İtalyan firması tarafından satın alınmasını önlemek için Fransız tersanesini kamulaştırması,[9]  çelişki olarak sunuluyor. Bu vesileyle Avrupa yanlısı tutumunun sadece Fransız ekonomi çıkarlarının izin verdiği ölçüde devam ettiği söyleniyor. Aynı şekilde Fransa’nın Fort de Brégançon kentinde Putin ile gerçekleştirdiği ikili görüşmelerde,  Lizbon’dan Vladivostok’a (Rusya’nın doğu ucu) uzanan bir Avrupa’dan bahsettiği de hatırlatılarak Makedonya vetosunun Macron’un bu genel tutumuyla çelişkisine işaret ediliyor.

Kısacası, Macron’un Batı Balkanlar genişlemesini baltaladığı, bunun da AB’nin Orta ve Doğu Avrupa’da gücünü arttırmasını engellediği ifade ediliyor. AB’nin Balkanlardaki dönüştürücü gücünü kullanma, bölgedeki Çin ve Rusya etkisini azaltma, ABD ve Rusya’nın dengelenmesi politikalarına zarar verdiği düşünülüyor. AB Komisyonu Başkanı Juncker’ın Makedonya’ya dönük engeli, “Ağır tarihi bir hata” olarak nitelendirmesinin gerekçesi de bu.

Bir yanda da AB’nin verdiği sözü tutmaması meselesi var. AB, ilk kez 2003’teki Selanik zirvesinde Batı Balkanlar’a yönelik tam üyelik perspektifi sundu ama hem süreç adil yürütülmedi hem de alınan çelişkili kararlar bölgenin sorunlarının bir kısmını ağırlaştırdı.  Bunu en iyi AB Dış Politika Şefi Federica Mogherini, “AB olarak her zaman üyelik sürecinin liyakate dayandığını söylüyoruz. Liyakat konusunda olumlu bir durum görüldüğünde bu tasdik edilmeli. Bunu yapmaz ve objektif bir süreçle karşılık vermezsek Avrupa Birliği’nin güvenilirliği sarsılır” sözleriyle açıkladı.

AB’nin güvenilirliği ve “ahde vefa”

Komisyonun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Johannes Hahn’ın AB’nin inandırıcılığının sadece Balkanlarda zedelenmediği vurgusu da önemli. AB’nin en önemli ve en etkili dış politika aracı olan “piyasa ekonomisinde ve açık toplumda dönüşüm karşılığında AB adaylarına sunulan güvenilir perspektif” imajı zedelendi. Şimdi aday ülkelerde dönüşümü zorlamak güçleşecek. Havuç artık havuç görevi göremeyecek. Ama gerçekte son zirve, en çok Balkanlarda beklemede olan ve reformlar için zorlanan ülkeler için soğuk duş etkisi yarattı. Arnavutluk ve Makedonya vetosu, müzakerelerin yürütüldüğü Sırbistan ve Karadağ gibi potansiyel üyeler olan Bosna-Hersek ve Kosova’da da aynı güven sorununu yarattı. Görünen o ki alternatif çözümler (Balkan Schengeni/Mini Avrupa) üzerinde de düşünülüyor.

Macron’un 18 Ekim’deki zirvede, ülkeler ile görüşmelere başlanmadan önce AB’nin üye kabul etme sürecinde reform yapması gerektiğini söylemesi,[10] devam eden bir sürecin kurallarını değiştirme niyeti anlamına da geliyor. Bu, ucu açık bir süreç demektir. Öngörülebilirliğin yitirilmesi bölgesel istikrar için yeni sorunlara işaret eder.

Macron, AB’nin derinleşmesini genişlemesinden daha önemli buluyor olabilir. Macron’un “Yenilenmiş bir Avrupa Birliği’ne ve yenilenmiş bir genişleme sürecine, gerçek bir güvenilirliğe ve kim olduğumuza ve rolümüze ilişkin stratejik bir vizyona ihtiyacımız var.”[11] yaklaşımı da doğru. Altı Balkan ülkesinin AB’nin değerlerini henüz paylaşmadığını düşünüyor da olabilir. Ama sadece müzakere tarihi verilecekti. Müzakerelerin başlaması üyelik için kesinlik ifade etmiyor. Müzakerelerin ucu açık süreç olduğu zaten ilan edildi. Macron’un işaret ettiği ilerlemeler müzakere sürecinde sağlanabilirdi. (Macron, Sırbistan Cumhurbaşkanı Vucic’e de 2025’ten önce üyelik beklememesini, 2025’te de ancak planlanan adımları atarsa üye olabileceğini söylemişti.[12]) Türkiye’nin müzakere tarihi aldığı 2005’ten bu yana 15 yıl geçti ve bu sürecin ne kadar sündürülebileceğinin ve ilerleme kaydı için taleplerin nasıl genişletilebileceğinin, gerekiyorsa aday ülkeyi bıktırıp pes ettirmenin nasıl da mümkün olduğunun örneğidir Türkiye’nin AB üyeliği macerası. Bu nedenle Macron’a dönük eleştiriler ve şüpheler anlamsız değil.

Almanya ve Fransa’nın yaklaşımındaki farklılık

Macron’un “B Planı” olarak Üsküp ve Tiran’ın Balkan ülkelerinde altyapı ve diğer projeler için AB fonu almasını ama genişleme konusunun da terk edilmesini önerdiği ancak 20 Ekim’de yapılan olağanüstü liderler toplantısında bunun diğer tüm AB siyasilerce reddedildiği Makedon, Sırp ve Yunan basınına yansıdı.[13]  Dolayısıyla Macron geciktirme değil aslında tamamen engelleme istiyor, şimdilik geciktiriyor.

Fransa, Balkanları tanımıyor, iç dinamiklerini hiç bilmiyor ve aynı zamanda tarih boyunca etkili olmadığı bu coğrafyanın dizaynını da pek önemsemiyor. Ama Almanya için durum çok farklı. Almanya açısından Balkanlar, sıkı ilişkiler kurduğu, siyasetinde epey etkili olduğu, ekonomisini yönlendirebildiği, her anlamda etkisini gösterdiği bir bölge. ABD ve Rusya gibi varlığından çok açık tehdit algılayan kesimler de yok. En sorunlu alan olan Kosova-Sırbistan ilişkileri için 2013’te dümene geçti. AB baskı/yönlendirme/teşvik yöntemleri Alman disiplin ve sistematiği ile devreye sokuldu.[14] Almanya, 2014’te Berlin Sürecini başlattı, ilk hedefi olan Kosova-Sırbistan müzakerelerinde önce ilerleme sağlamış ancak sonra süreç neredeyse başa dönmüştü. Yine de alınan yol, süreci zorlamaya değer mahiyette görülebilir. Makedonya’daki dönüşümde ise Almanya’nın da sessiz kalan, arka planda kalan yönlendirmeleri söz konusu ve bu nedenle başarıda payı var. Bölgedeki dönüşümde kullanılan en önemli enstrüman olan AB adaylık perspektifini Almanya heba etmek istemeyecektir.

Macron’un son dönem hamlelerini AB’ye de zarar veren Marine Le Pen’in zaferi nedeniyle tolere etmişse de konuyu burada kapatmayacak, süreci Fransa’nın inisiyatifine bırakmayacaktır. Türkiye, Rusya gibi bölgenin geçmişinde izi olan, tarihinde yeri olan Almanya bölgenin yeni bir kaosa sürüklenmesine de diğer aktörlerin etkisini arttırmasına da izin vermek istemeyecektir.

Balkan Schengeni

Sırbistan Cumhurbaşkanı Vucic, Financial Times’a verdiği röportajında “Bize her zaman AB’ye katılımın bize, reformlarımızın hızına bağlı olduğunu söylüyorlardı… Şimdi en azından bize bağlı olmadığını söylediler.” sözleriyle bölgeye hâkim olan hayal kırıklığını ifade etti.  Vuciç, “Kısa vadede entegrasyon adımları atmak, 10 veya 20 yıl içinde AB’ye girmeyi ummaktan daha iyi.” diyerek[15] stratejik yönelimlerini değiştirmeden bölgesel işbirliğini arttırma çağrısında bulunuyor.

Sırbistan’ın B Planı,[16] Batı Balkan ülkelerinin her biri tam üyeliğe ulaşılıncaya kadar AB ile işbirliği yapacak olan ekonomik birlik modeli önerisidir. İlki 12 Ekim’de Novi Sad’da ikincisi 10 Kasım 2019’da Ohri’de, üçüncüsü de Tiran’da yapılan toplantılar ile Sırbistan Cumhurbaşkanı ile Arnavutluk ve Kuzey Makedonya Başbakanları, iki yıl içinde insan, mal, hizmet ve paranın dolaşımını kolaylaştırma konusunda uzlaştılar. Yeni birliğin adı da “Balkan Schengeni” oldu. Kosova, Sırbistan’ın kendi bağımsızlığını tanımaması nedeniyle katılımı reddediyor. (Bu oluşumun Kosova-Sırbistan görüşmelerini canlandırma potansiyeli bulunuyor.) Karadağ, AB üyeliğinin yerine geçmemesi koşuluyla sıcak bakabileceğini ifade ediyor. Bosna-Hersek’te her karar bir kriz sebebi ama katılıma genel anlamda sıcak bakıyor. Altı üyenin katılımı sağlanırsa malların serbest dolaşımı yoluyla 20 milyon kişilik ekonomik ve ticaret bölgesi yaratılabileceği ve AB üyeliği sağlanana dek bölgenin ekonomik gelişme gösterebileceği düşünülüyor. Anlaşmanın 2021’de yürürlüğe girmesi planlanıyor.

Aslında bir anlamda Macron’un B Planı ile Sırbistan’ın Arnavutluk ve Makedonya’nın desteğini sağladığı B Planı örtüşüyor. Fikir zaten ilk olarak 2017’de İtalya’nın Trieste kentinde düzenlenen bölgesel bir zirvede ortaya çıkmıştı. AB ile entegrasyonu tamamlayıcı nitelikte öngörülmüştü. Ama bu plan, Fransa’nın Balkanların bu AB denizinin ortasında kalmış altı üyeye kapıyı tamamen kapatması durumunda AB üyeliğine geçişten ziyade Balkan gettosuna dönüşme riskini de barındırıyor. Ne var ki Vuçic de haklı AB kapısı önünde ağlamaktansa bölgenin kalkınması için bölge ülkelerinin potansiyellerinin kullanılması denenmeli. Bu, diğer pek çok aktöre de Balkanlarda özellikle yatırımlar yoluyla etkili olma fırsatı doğuracaktır.

Bu makale ilk olarak Diplomatic Observer dergisinin Ocak 2020 sayısında (143) THE BALKAN POLITICS AND NEW PURSUITS IN 2020 başlığıyla yayınlanmıştır.

* 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Balkan ve Kıbrıs Araştırmaları Merkezi Başkanı, Diplomatic Observer Editörü, gkyasin@gmail.com

[1] Üyeliğe önce alınan, diğerlerinin girişinde söz sahibi olacaktır.

[2] Gözde Kılıç Yaşın, Makedonya-Yunanistan Anlaşması: Antik Makedonlarla İlgisi Olmamak Kaydıyla “Kuzey Makedonya”, Diplomatik Gözlem, Temmuz 2018

[3] Special Representative for the Western Balkans Matthew Palmer – Speech in Pristina, Balkan İnsight, 1 November 2019; Trump Appoints Another US Envoy to Balkans, Balkan İnsight, 4 Oct 2019

[4] САД ја потсетуваат ЕУ каде е местото на Северна Македонија, Deutsche Welle/MK, 31 Oct 2019

[5] САД ја потсетуваат ЕУ каде е местото на Северна Македонија , DW- MK, 31 Oct 2019

[6] Akdeniz’de önemli bir denizyolu aktarma merkezi olarak faaliyet gösteren Pire Limanı 2. ve 3. iskelelerinin 35 yıllık işletmesini 2008’de alan COSCO, daha sonra 2016 yılında 420 milyon dolar bedel ile limanın yüzde 51’lik hissesini satın aldı. Sonraki 5 yıl içinde zorunlu yatırım şartlarını yerine getirmesi durumunda COSCO’nun payı yüzde 67’ye çıkacak. Anlaşmalar kapsamında toplamda 4 milyar doları bulan yatırım söz konusudur. Pire Limanı, 2018 itibariyle Valencia limanından sonra Akdeniz’in en büyük 2., Avrupa’nın 6. ve dünyanın ise 40. limanı oldu. Detaylı bilgi için bkz. Soner Esmer, Sahi Pire Limanı bizden ne kaptı?, 20 Haziran 2019, https://www.7deniz.net/haber-sahi-pire-limani-bizden-ne-kapti-30127.htmlhttp://www.ekathimerini.com/58053/article/ekathimerini/business/piraeus-port-announces-cosco-is-tender-winner

[7] Adaylık başvuru sürecinin ilk adımı resmi olarak 2006’da başlayan ve 2009’da tam resmiyete kavuşan Arnavutluk, 2014’ten bu yana aday konumunda.

[8] Slawomir Sierakowski, Macron Alone: Has The French Presıdent Overplayed Hıs Hand?,BIRN 12 Dec 2019

[9] France’s Macron nationalizes shipyard, provokes row with Italy, cnbc.com, 2 Agust 2017

[10] Macron, “Halkalar Avrupasına” savunuyor ve üyeliğe yönelik üç halkadan bahsediyor. Buna göre ilk halkada çok derin mali, sosyal ve ekonomik birliğe sahip çekirdek, ikinci halkada güçlü bir tek Pazar, üçüncü halkada ise değerler ve ekonomik özgürlük birliği bulunuyor. Macron’a göre Batı Balkan ülkeleri AB’ye aşamalı olarak entegre olmalı; en içteki halkaya dâhil olabilmek için aşamalı olarak ilk iki halkada ilerleme kaydetmelidir.

[11] France under fire for ‘historic error’ of blocking Balkan EU hopefuls, Reuters, 18 Oct 2019

[12] Macron’dan Sırbistan’ın AB üyeliğine “şartlı evet”, Sputnik, 18 July 2018

[13] Macron: Το Σχέδιο Β της Macron για τα Σκόπια και τα Τίρανα, TO Vima, 25 Oct 2019

[14] Gözde Kılıç Yaşın, Kosova-Sırbistan Müzakereleri: Arazi Değişimi Seçeneği, Diplomatik Gözlem, Eylül 2018

[15] Вучиќ нема да плаче по ЕУ, DW, 23 Oct 2019

[16] In case of EU accession failure, Serbia has a “Plan B”, B92, 31 Oct 2019

Sosyal Medyada Paylaş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

BENZER İÇERİKLER